25 Ocak 2009 Pazar

...zamanlardı

Dünya'nın daha da kocaman olduğu zamanlardı.
Tanıdığım herkesin benden BÜYÜK olduğu zamanlar. Herşeyin yeni ve ilginç olduğu...
Her ân görüyor, işitiyor ve öğreniyordum.
İnsanlar vardı etrafımda, oyuncaklarım vardı, eşyalar, sokak...


Zordu hayatı tanımaya çalışmak.
Yanlışlar yapmak, düzeltmeye uğraşmak.


Sevginin yüreğime işlendiği zamanlardı;
paylaşmanın, bakışmanın, anlamanın, anlaşmanın...


Hikâyeler dinliyordum sevdiğim en güzel sesten,
o büyük dünya içinde daha büyük bir dünya keşfettim içimde,
hayal gücünün hayatı yenebileceğini hissettiğim zamanlardı.


Büyümeyi hissettiğim zamanlardı o zamanlar.
İçimdeki ve dışımdaki değişimle birlikte benliğimi farkına vardığım zamanlar.
Aynaya bakıp, gördüğümün "ben" olduğunu öğrendiğim, kendimi bilmeye başladığım zamanlar...


O zamanlar işte..

23 Ocak 2009 Cuma

koyun oldum ağladım ardı sıra

yaşarken...
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi demiş şairin biri...
Sabah kalk diyor biri, pencereyi aç temiz havayı çek ciğerlerine diyor. Güne bir günaydın hayat, günaydın dünya diyerek başlamalı diyorlar. Gülümsemenizi esirgemeyin insanlardan diyorlar.
Bugün Pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben… Bahtiyarım…

demiş Nâzım Hikmet...
yaşamak; seçimler ve tercihler bütünü. Yaşarken hissedilenler ve düşünülenler bütünü.
Yaşam bir bütün, ânlardan oluşan bir bütün.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
What is the Matrix!!

Komik bir cümle gibi duruyor ilk başta. Ama kendisine sunulan hayatı yaşamak zorunda kalanlar için hayat hiç de komik değildir sanırım. Bir kopuş, bir sıyrılma ve bir başkalaşma umuduyla yaşıyor insan, Godot'u bekliyor açıkcası. Oyunun sonunda Godot'u bekleyenler göreceklerdir Godot'un gelmediğini.
Nedir peki çaresi? Beklentiler ve hâyâller içinde sıkışmış bir yaşamda insan ne yapmalı değil mi, en büyük sorumuz ve cevabını verebilirsek en büyük cevabımız bu olacak!
Bilinçaltımıza kazınan ve bizi olduğumuz yerde kımıldamadan durduran bilinçdışı bir durağanlık sinmiş yaşamımıza. Delilikten korkup aptallığı seçenler dünyasında birbiri için
normal olanlar için mi dönüyor bu dünya? Öyle mi sanılıyor?
Normalin tanımının yapılmadığı, normaldışı olana gıpta edildiği ve aynı zamanda normaldışının normaller tarafından kınanıldığı -herşeyin birbirine karıştığı- koyun çağındayız artık.

Koyun Çağı

Şirketlerin dolayısıyla paranın hüküm sürdüğü ve yaşam amacının "daha çok şey satın almak" olduğu bir çağ bu. İhtiyaçların arttığı, kimsenin kimseye yetmediği bir çağ.
Bir yerlerde o eskiden kalma "ince duyarlılıklar"ın olduğunu genlerinden gelen bir his ile hissetseler de insanlar, bu dünyanın
artık bu şekilde dönmediği kanısıyla yine durdukları yerde oldukları gibi nefes almaya devam ediyorlar. Kendilerinden önceki enkazvari bir geçmişin altından çıkamadıkları gibi, hayatlarını bu yıkımın altında sürdürüyorlar.

12 Ocak 2009 Pazartesi

...sandalye...

"Aslında yazasım var" diye geçirdi içinden. Parmaklarıyla çevirdiği kalemin tutamadığı zamanlarda yazan kısmının kirlettiği sayfaya bakıp zihninde var olan onlarca düşünceyi toparlamaya çalıştı. Elinde kalemi zıplatmaya devam ediyordu ve sayfa da nokta nokta kirlenmeye.
Oturduğu sandalyenin ona rahatlık verdiğini varsayıp sandalyeye iyice kuruldu ve rahatlığını teyid etti. Bu büro sandalyelerini ilk ândan beri hep sevmişti. Önceleri pahalı bulmuştu ama gittiği yerlerde oturup bu sandalyede neler yazabileceğini hâyâl edince paraya kıyıp mavi bir büro sandalyesi almıştı.
Bu o sandalyeydi işte. Otobüse binerken utana sıkıla eve kadar taşıdığı; eve getirirken sokakta aslında taşımaktan çok sürmek istediği ama çocukça bir hareket yapıp onu görenler tarafından garipsenmekten çekindiği için zorakî taşıdığı sandalye. Eve getirir getirmez bir oyuncak almanın heyecanıyla hemen oturup 'dön dön' oynadığı; odadan odaya geri geri oturup sürdüğü, keyifli dakikalar geçirdiği sandalye.


"Aman" diye bağırdı içinden. İşte sorunu buydu. Bir sandalyeyi bile bu kadar çok düşünmesiydi. Belki de ona yazdıran da buydu. Ama yazamıyordu ki! Uzun zamandır bekliyor, düşünüyor, toparlıyordu. Zihninden o kadar çok satır yazardı ki. Hatta kendi yazdığı bu satırları kendi hallerine bırakıp okumaya başlardı. Ama bu ânı o kadar çok severdi ki kaleme sayfalara taşımaktansa yaşamayı tercih ederdi. Ve böylece bu yaşadığı ve ürettiği ânı kimseye anlatamazdı.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Improvisation


Adı : KEŞKE
Kendisi : Bir Doğaçlama
Mekanı : Ev
Hayali : Vatana Millete hayırlı bir "doğaçlama" olmak
Varlığı : Tüm doğaçseverlere armağan