20 Temmuz 2008 Pazar

herşey birbirine benzediğinde ve karıştığında birbirine...

Sukünet yerini büyük bir çarpışmayla çıkan o korkutucu gürültüye bıraktı. Bütün kuşlar kaçabilecekleri en olur yere uçtular istemsiz yaşama refleksiyle. Gürültüyle birlikte büyük bir toz bulutu da kapladı heryanı. Göz gözü görmez oldu. Hiç bir şey artık eskisi gibi değildi. Ne olduysa olmuştu işte.
Dirlik ve birliğin kaim olduğu o yerde şimdi can çekişen ve kollarını birbirlerine uzatan insanlardan başka bir şey yoktu. Sanki ölürken yalnız olmak istemiyorlardı.Ama her insan yalnız ölürdü değil mi?
Ölüm büyük bir değişimdi. Bir şeyler ölmüş ve zamanı durduracak icat henüz bulunmamıştı. İnsanoğlu tüm acizliğine rağmen yaşamaya devam ediyordu.

Tüm bunlardan habersiz başka bir yer ve başka bir zamanda birileri de yine o acizliğe rağmen yaşamaya devam ediyordu. Bu normaldi,çok normaldi.Normalin yerini içini hangi kemirgenin kemirdiği anlaşılmayan bir karpuzmuşcasına, bir tahta dolapmışcasına oyulmuş ve tüketilmiş anormal aldı.Zaten bu acizlikte normalin yerini başka ne alabilirdi, kimsenin aklına farklı birşey gelmedi.Bu yüzden işte anormal zaman tahtına oturdu bir süre taa ki yine değişim anormalden sıkılıp onun yerine karmaşıklığı ve dağınıklığı koyana dek.
Belki de bu böyle sürüp gelmişti ve bundan sonrada böyle devam edecekti.

Ruhum okyanusun ortasında gezinen küreksiz boş bir kayık gibi salınırken zaman içinde günler gece oluyordu, geceler gündüz.Bu durumu değiştirecek gücü var mıydı bu kayığın. rüzgar ne yönden ne kadar şiddetli eserse essin kayık sanki hep olduğu yerdeydi. Bu kayık ne zaman buraya gelmişti, kürekler neredeydi ve en önemlisi kayığın içinde biri ya da birileri var mıydı; varsa ne olmuştu. Değişim mürettebatı yutup çekip gitmişti anlaşılan.

kayık şimdi hala orda bi yerlerde... okyanusun umrunda bile değil ve rüzgar zaten onun için esmemişti bugüne kadar. Suyun kaldırma kuvveti vardı bir tek , o da niye vardı ki?...