Latife Tekin'den sonra...
“Bu boş bir sayfa değil. Bu boşluktur. Eğer boşluğa yazarsanız işte o zaman sınırsız şeyler yazarsınız.” dedi Latife Tekin.
Ben de düşündüm ki :
"Daha önce benzerlerinin varolduğu ama kendisinin hiç meydana gelmediği bir düşünce; gerçekte var olmasa da aslında var olan onun yokluğudur ve insan bu düşüncenin yokluktan varlığa geçişinde sadece bir araçtır. Bu düşüncenin varlığa geldiğinde ulaştığı noktada onu karşılayabilmek için; gördüğümüz ve duyu organlarımızla algıladığımız bu hayattan sıyrılmalıyız. Ama nasıl?
İşte insanoğlunun ilk araması gereken şey bu! Belki “telvin” diye adlandırılabilir ama bu ruh durumuna bir ad koymasak da anladığımız, bildiğimiz, belki yaklaştığımız, belki hissettiğimiz ve adını koymakta hep zorlandığımız bir hal olacak, hep içimizde bir yerlerde bizi rahatsız edecek!
Bir karakter, bir kahraman yaratmak çok basit olabilir. Ama işin zor tarafı o karakterin fiziki durumunu yarattıktan sonra içini doldurmaktır. Onun oraya yazılmasını sağlayan neydi? Onu diğer roman karakterlerinden ayıran ve hatta yaşayan insanlardan da ayıran özelliği neydi? Neden oradaydı?
Peki bir roman karakterinin “neden buradayım” sorusunu sormaya hakkı var mıydı?
Roman karakterlerinin seçim hakkı var mıydı?
İşte eğer yazan sadece yokluktan varlığa geçen düşüncelere aracılık yaptığının farkındaysa ya da işler bu şekilde yürüyorsa; o zaman her roman karakteri seçimleriyle oradadır ve seçimleri sonucu oluşagelen olayları yaşamaktadır. Roman,içinde gelişen olayların tetiklediği yeni olayları anlatmıyorsa bu boşluğa yazılan değil; birinin birine yazdığı ya da birinin kağıda yazdığından öte bir şey değildir.
Ağrı Dağı Efsanesi’nde baş karakterin; aşkına kavuşmuşken, artık hiç bir engel kalmamışken tek bir sebepten ötürü; yavuklusunun onu kurtarmak için verdiği bir tutam saçı verdiğinden ötürü ve kahramanın bunu bilmemesine rağmen; onu kurtarmak için yavuklusunun kendinden bir şey verdiğini sezmesi yalnızca sezmesi üzerine her şeyden vazgeçmesi; tercihini yapan yazar mıydı? Karakter miydi? Yoksa böyle bir karakter böyle bir durumda yalnızca böyle mi yapardı? Yani bu, ne yazarın ne karakterin seçi miydi belki de...
O yüzdendir ki romana, “gerçek” gibi ya da “saçma” gibi nitelikler ve eleştiriler yüklemek anlamsız olacaktır eğer roman boşluğa yazılıp bu hayat gibi boşluğu dolduran, doldurabilen bir romansa. "
Özdaş Eroğlu
2007 Mersin
"Daha önce benzerlerinin varolduğu ama kendisinin hiç meydana gelmediği bir düşünce; gerçekte var olmasa da aslında var olan onun yokluğudur ve insan bu düşüncenin yokluktan varlığa geçişinde sadece bir araçtır. Bu düşüncenin varlığa geldiğinde ulaştığı noktada onu karşılayabilmek için; gördüğümüz ve duyu organlarımızla algıladığımız bu hayattan sıyrılmalıyız. Ama nasıl?
İşte insanoğlunun ilk araması gereken şey bu! Belki “telvin” diye adlandırılabilir ama bu ruh durumuna bir ad koymasak da anladığımız, bildiğimiz, belki yaklaştığımız, belki hissettiğimiz ve adını koymakta hep zorlandığımız bir hal olacak, hep içimizde bir yerlerde bizi rahatsız edecek!
Bir karakter, bir kahraman yaratmak çok basit olabilir. Ama işin zor tarafı o karakterin fiziki durumunu yarattıktan sonra içini doldurmaktır. Onun oraya yazılmasını sağlayan neydi? Onu diğer roman karakterlerinden ayıran ve hatta yaşayan insanlardan da ayıran özelliği neydi? Neden oradaydı?
Peki bir roman karakterinin “neden buradayım” sorusunu sormaya hakkı var mıydı?
Roman karakterlerinin seçim hakkı var mıydı?
İşte eğer yazan sadece yokluktan varlığa geçen düşüncelere aracılık yaptığının farkındaysa ya da işler bu şekilde yürüyorsa; o zaman her roman karakteri seçimleriyle oradadır ve seçimleri sonucu oluşagelen olayları yaşamaktadır. Roman,içinde gelişen olayların tetiklediği yeni olayları anlatmıyorsa bu boşluğa yazılan değil; birinin birine yazdığı ya da birinin kağıda yazdığından öte bir şey değildir.
Ağrı Dağı Efsanesi’nde baş karakterin; aşkına kavuşmuşken, artık hiç bir engel kalmamışken tek bir sebepten ötürü; yavuklusunun onu kurtarmak için verdiği bir tutam saçı verdiğinden ötürü ve kahramanın bunu bilmemesine rağmen; onu kurtarmak için yavuklusunun kendinden bir şey verdiğini sezmesi yalnızca sezmesi üzerine her şeyden vazgeçmesi; tercihini yapan yazar mıydı? Karakter miydi? Yoksa böyle bir karakter böyle bir durumda yalnızca böyle mi yapardı? Yani bu, ne yazarın ne karakterin seçi miydi belki de...
O yüzdendir ki romana, “gerçek” gibi ya da “saçma” gibi nitelikler ve eleştiriler yüklemek anlamsız olacaktır eğer roman boşluğa yazılıp bu hayat gibi boşluğu dolduran, doldurabilen bir romansa. "
Özdaş Eroğlu
2007 Mersin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder