28 Aralık 2007 Cuma

Terlemeden Olmuyordu Mutluluk

Ağır koyun yağlarıyla, hazır yiyeceklerle, biber salçalarıyla yapılan yemeklerin kokuları artık gözle görülüyordu. Arnavut taşlı sokak, bu sıcakta sanki susuz kalmış ve çatlamış kuru beton bir vaha gibiydi. İnsanların vücutlarında terlemeyen hiçbir yer kalmamıştı. Islak koltuk altlarını gizlemeye çalışan kadınlar, bağırları açık kıllı erkekler, mendilleriyle terlerini silen yaşlılar, şemsiyeliler, şapkalılar...

Bütün bunların içinde beyaz tenli yeşil gözlü akıllı bir kız o sokağı başından sonuna geçip, bütün o kokulardan kaçabilmesi üzerine kendisiyle iddiaya girmişti.
ein Bild

Sokağın başında döner moleküllerini, üzerine gelirken, iki adım sağa, ayakkabıcıya doğru kayarak atlattı. Sonra ayakkabıcının hemen bitişiğindeki kokoreççiden sefil ve baharatlı koku dönerden daha hızlı gelmeye başladı. Refleksi sayesinde kurtuldu ondan da. Arkasındaki yaşlı teyze kokunun neredeyse yüzde kırkının kollarına, boynuna ve her yerine yapıştığının farkında bile değildi. Genç kız hınzır bir gülümsemeyle teyzeye bakıp adımlarını hızlandırdı. N’ olursa olsun üstüne hiçbir koku değmeden bir kez olsun geçecekti bu sokaktan.

Birkaç gün önce yeni tanıştığı ve hoşlandığı bir çocukla bütün gün sokaklarda gezmişlerdi. En çok da bu sokakta. Sadece yan yana yürümek için ve dış dünyadaki insani duygularının benzerliğini görmek için, bugüne kadar gençliğini oluşturduğu değerlerin güvenirliliğini, kıymetini anlamak ve böylece kendini tanıyıp sevebilmesi için; bir bayan olmanın ne demek olduğunun sözlük anlamından çok hissedilebilen fiziki anlamını (içgüdüsel) öğrenmeye çalışmak için hoşlandığı çocukla geziyordu, bu sokakta! Gün bitmeye yakın gezilmedik sokak kalmamıştı ve vakit zaten biraz daha tensel yakınlaşabilecekleri uygun bir ortam bulma vakti olmuştu. Ve hala dışarıdaydılar. İkisinin de aklında birbirlerine biraz daha yaklaşabilmek vardı ama bunu değil birbirlerine söylemek, kendilerine bile hissettirmiyorlardı.

Ve çok kısa bir süre sonra kendilerini çocuğun evinde dolayısıyla odasında buluverdiler. Dışarıdan; koşuşturmadan, sıcaktan ve gürültüden yalıtılmış bu odada kendi kokularından, kendi bakışlarından ve kendi gözlerinden başka hiç kimsenin hiçbir şeyi yoktu. Odada birbirlerine yaklaşmak ve dokunmak hatta belki öpüşmek için fırsat kolluyorlarken birden olan oldu. Bütün günün kokusu, sokağın üzerlerinde bıraktığı her şey odayı doldurmuştu. Genç kız ilk işte orada görmüştü içinde bütün bir günü ve geçtiği sokakları barındıran kokuyu. Gördü ve burada nefes alamadığını anladığında kendini apartman boşluğuna oradan merdivenlere sorgusuz sualsiz arkasında ne olup bittiğini anlamayan bakışlar bırakarak zor attı. Dışarı çıktığında derin bir nefes aldı. Zihninden yaşayamadıkları hariç bütün günü çıkarmaya uğraşmıştı.


İşte o günden sonra ağır kokulu, kalabalık, dar sokaklara ister istemez öfkelenmişti; öfkesi, o sokaktan üzerine hiç koku değmeden geçmeyi başardığı gün dinecekti. O gün bugündü.

Arkasında kokoreç kokulu teyzeyi bıraktıktan sonra gözlerini dört açmış yürümeye devam ediyordu. Çok ilerden bir rüzgar sokağın sağ yanını süpürerek geliyordu. Sol yanda ise dikkatli olursa sıyrılabileceği bazı kokular oluşmaya başlamıştı ama en büyük tehlike insanlardı. İnsanların konuşmaları olağanüstü bir uğultu oluşturuyordu. Ve genç kıza bakışları onun başını ister istemez öne eğdiği için dikkati dağılıyordu. Başını eğmeden ve kimseye bakmadan kokulara odaklanacak ve yolun sonunda bu işi başardığı için kendine hoşlandığı çocuğun ellerini tutabilmekte gerekli olan özgüveni hediye edecekti.

Sokağın başından topladığı bütün kokular ve seslerle ağır rüzgar kızın sağından geçmeye başlamıştı. Az ilerde bir lokanta ve bir parfümeri vardı. Özellikle onu nefessiz bırakan bu ikisinin birleşiminden oluşandı. En çok onu alt etmek istiyordu çünkü ne zaman insanların içine karışıp bu insanların içinde olmaktan biraz haz etse bu lokanta ve parfüm kokusunun birleşimi ona bu sokağı dar ettiriyordu. Hırsla yürümeye devam etti ve insanları, lokantayı, parfümeriyi ustalıkla geçti. İlerde sokağın köşesindeki tatlıcıyı da geçti mi artık o bu hayatı kendi kendine anlayıp yenebilecek biri olacaktı, bunu zihninde kelimelere dökmese de böyle hissettiği su götürmezdi.

Tatlıcının yanından eğilerek, kıvrılarak, manevra yaparak tam geçiyordu ki; tatlıcının yanındaki mağazadan hoşlandığı çocuk çıkmış onu görmüş ve ona seslenmişti. Dönüp ona bakması belki de onunla beraber tüm yaşayamadıklarını ertelemesine neden olacaktı. Genç kız yaşaması gereken ne varsa; bu sokaktan başarıyla geçtikten sonra yaşayabileceğini, o zaman her şeyin daha temiz ve güzel olacağını biliyordu.

ein Bild

O, kendinde yenilikleri farkına vardığından beri bu yenilikleri yaşayabilmesi için yolun aşktan geçtiğini her nasılsa ne zamansa anlamıştı. Bir kadın olacaktı ve bir insan olarak doğmuştu. Hem hiç kimse gibiydi, çok farklıydı, eşi benzeri yoktu, bir taneydi; hem de herkes gibiydi, sıradandı, normaldi. Bu benzersizlik ve aynılık kavramlarını ancak aşkı tanımakla ayırt edebilirdi tüm yaşamında. Ve aşk onun için –belki de herkes için ya da bazıları için- bu dünyayı döndüren yegane güçtü. Bu güç onda olursa yapamayacağı şey yoktu.

Tatlıcının önünde döndü ve ona baktı. Karşısındaki masum yüzlü insanla ilgili duyguları beyninden tüm vücuduna yayılmaya başladı ve göğsünün ortasına kızgın bir kömür parçası gibi oturduğunda dünyanın dönmesine katkıda bulunduğunu çok küçük bir iç sesle kendine söyledi yine de artık her şey için çok geçti. Sokağa olan nefretini tekrar toparlamalı ve tekrar denemeliydi kendini bulmayı. İstediği olduğunda kendini de kendi elleriyle gerçekleştirmiş olacaktı. Ama artık çok geçti. Tatlıcıdan taze çıkmış halka tatlısının yağlı ve şekerli kokusu çoktan onu sarmalamıştı.

Yapacak bir şey yoktu ve karşısındakinin hiç beklemediği şu sözleri söyledi:

- Tatlı yiyelim mi?

ö.e

Hiç yorum yok: